21 Ağustos 2016 Pazar

Milyonlarca kez özür dilerim...



Metro  istasyonunda okunmuş gazetelere ait sepete takılı kalıyor gözlerim.Gazete kağıtlarının,  kitap sayfalarının kokularını severim... Çünkü onlar ile beslenirim. Ama bu sefer farklı. Günlerdir köşe bucak kaçtığım, bıçak keskinligindeki bir çift göz karşımda. Kendime yabancı bir dünyadaymışım gibi hissediyorum bedenimi. Ruhum uzun süredir bu dünyadan zaten firari... Sadece uzaktan izleyip,  müdahale edemedigimden her dakika can çekişiyor gibi hücrelerim. Ölemeden, ölümle birmiş gibi bitiriyor nefesimi. Bakışı ile üstüme ölü toprağı kapatan,  benimse utancımdan gömülesimin geldiği bir çocuk bakışı var karşımda.. 



Yüreği çırılçıplak, gözlerindeki korku kadar gerçek sessizliği... Dikmiş gözlerini "çocuktum ben daha" diyor. Yüklenmiş sırtına savaştan korkuları; Ne yanında babası, ne de zırhı olan anası... Elinde kalan sadece haritadan silinen bir çocukluk zamanı. 

Çocuktu... 
Henüz misketlerini yuvarladığı elleri çoktan titremisti. Dilinde şarkılara gebe acıdan kırmızılar... Gözlerinde korkuya Şahadet eden anılar... Kana bulaşan ellerini temizlerken ki savunmasızlığı..

Oysaki yüreği gibi tertemizdi elleri... Tıpkı gözleri gibi. Ölmeden ölümü tartan bir terazi gibiydi kalbi. Ruhu savunmasız bir heyelan. Bedeninde oluşan kırık dökük milyonlarca sızı. Belki annesi, belki babası, belki anıları, belki misketleri  sızıyor gözünden... Geleceği çıkıp gitmiş resmen ruhundan...

Dünya gerçekten cehennem... İnsanoğlunun kendi kendini ateşe verdiği kör ve sağır bir evren...

Benimse karşımda; bir çift göz içinde unutulan çocuk bakışı. Yanağımı ıslatıp, içime sığınan bir çift göz karşımda. Gözlerinin siyahi kadar derin bir kara bulutlarımı kaplayan. Zamanımı daraltan, kalbime bıçak olan... 

Uzunca baktım... Yüzüme hançer gibi vuran göz yaşlarımı içime kelepçelemek, kalbimi yok edip hissetmemeyi diledim bir an... Milyonlarca kez özür  diledim... Milyonlarca kez öldüm o bakışlar karşısında. Etrafta kor olan yüreğimi tutuşturan gazete kağıtları.. Ne kokunuzu sevdim bu sefer,  ne de tadınızı...

16 Ağustos 2016 Salı

Dünyayı Değiştirmek...



Dünyanın yaradılış aracı oldu bir kadın, sebebi şüphesiz bir amaçtı Tanrı'nın… Cennet’ten kovup, cenneti serdi ayakuçlarına kadınların. ''Eğer dünyayı değiştirmek istiyorsan, bir kadını sev, gerçekten sev...'' diye yazıyor sayısızca okuduğum bir yazının başı...

Eğer gerçekten değişmek istiyorsan ruhuna katıp her hissini; içinde, en derininde eriterek sevmelisin bir kadını. Sevdikçe demlensin diye kalbin,  bolca izlemelisin gülüşünü... Bolca sevgini yüklemeyi bilmelisin onun kalbinin en mahremine... Sevdin mi bir kadını;  kanın kaynamalı. Kaynadıkça yüreğin onunla, karışmalı nefesin onun ruhuna. Değince nefesin ona, can bulmalı aldığın her soluk onun soluğuyla. Yeniden doğan bir bebek gibi,  yeniden başlamalı yaşamaya... Yeniden biriktirmeyi öğrenip,  yeniden büyümeli onunla. Eğer dünyanı değiştirmek ise amacın,  baştan aşağı sevilmeli bir kadın...

Eğer dünyanın en merkezi olup,  yörüngesi güçlü bir kayboluş hikayesi ile dans edercesine ayaklarını yerden kesmek ise amacın;  bir adama aşık olmalısın. Elinin dokunmayacağı bir hızla takip etsen de ardından,  bir adama aşık olmayı tatmalısın. Tattıkça ruhunun en ücra köşesindeki sevgiyi, kadeh kadeh içip, içini onda dağıtmalısın. Her zerrini vücuduna yayarak, bir adamdaki sarhoşluğun tadına varmalısın... Ayaklarını yerden kesip, sevmenin ne olduğunu anlamak ise gayen, bir adama aşık olup; yörüngenden çıkmalısın. Aşkı tatmak ise amacın evreni olmalısın bir adamın...

Kadın gibi kadın, adam gibi adam olmalısın. Dimdik durabilmeli, gök kubbeye elinden tutup yükseltmelisin aşkı. Çırılçıplak olmalı yüreğin; yeni doğmuş gibi...
 Öncesiz, anısız, ansız,
Ve sonrasız…





Sevgiler

Jess




12 Ağustos 2016 Cuma

Mültecidir Aşk…

https://www.youtube.com/watch?v=kkni3PGumYg&list=PL23053F0D42C48AF3

Gün ağardı... Karşımda rüzgar gülleri... Gözlerim dolanıp uzanmış yine yollara... Döndükçe rüzgarında, sarmalına ekleniyorum her saniyede… Kulağımda ritmime aşina ''No Ordinary Love''’ diye sesleniyor en şefkat dolu sesiyle Joy Elizabeth…

Bu sıradan bir aşk değil deyip, kalbini seriyor sanki ellerine. Sen avucuna alıp; içine, en derinine koy diye o kalbi, aşk hep yeniden doğup geliyor avuç içlerine… Yeniden yeniliyor hücrelerini sana her bakışında… Sonrasında sahip olduğundan fazlasını vereceğin bir hikayeyi yazmaya başlıyor gözlerin. Kaçışlar arasındaki titremiş çizgiler ile birleşiveriyor ellerin… Çatlamış yüzlerce sızı içinden salınıyor hüzmeleri güneş misali damarlarına. Ağrımış, ağırmış onlarca göz yaşı içinde boğulurken bedenin, nefesin oluyor bir anda…
Aşk aslında dünyanın geri kalanına haykıracağın bir şarkı dilinin ucunda. Kendine mülteci bir ruh ana yurdunda. Fazlasını vermeye hazır olacağın haline, en azı ile yetinmeyi öğreten, fırtına dolu bir rüzgar sol yanında…

Aşk; İliklerine dek sızısını hissettiğin, ama her seferinde onu hissedebilmek için yeniden dünyaya getirdiğin bir çocuk kendi masalında. Yazmaya başlayıp, defalarca başa sardığın bomboş bir plak dünyanda. Öylesine boş ve açık bir gökyüzü okyanusunda. Tuttuğun bir şarkı; Dilinin ucunda, kalbinin tam ortasında. Depremleri bitmeden artçılarının adım attığı bir toprak parçası gibi bedeninin en savunmasız sınırında…

Ufacık bir zaman dilimine sığınmış savunmasız bir çocuk kadar kimsesizdir aşk. Derinden ritimleri gelen, fısıltısı ile fırtınalar kopartan bir şarkıdır oysa tamda dilinin ucunda, kalbinin ortasında…

Kilitliyorum zamanı... Saatlerimin sebepsiz ilerleyişine örülen duvar gibi dikiliyor aşk. Ana karamda olan, ama kendime bile mülteci ruhumda saklı kalan… Su'suyorum aşka... Susadıkça büyüyor dakikalar... Susadıkça filizleniyor içimde yeniden baharlar...

Sevgiler,

Jess

10 Ağustos 2016 Çarşamba

Cheers Darling...

https://www.youtube.com/watch?v=GzKFEx-wsJo

Kulağımda  Damien Rice' ın Cheers Darlin' şarkısı… Gözüm yeşil ve mavi arasında, güneşin sarısıyla değişen tonları izliyor. Ağustos tüm zarafetiyle içindeki her damla güneşi salıyor üzerime. Özlemlerim, hüzünlerim, gidişlerim, terk ediliş ve vazgeçişlerim geliyor aklıma…

Gözümü kapatıyorum akrep ve yelkovana… İtalya treninde güneye yol alıyoruz. Vakit çoktan vazgeçmiş, üç yıl öncesi... Kulağımda aynı şarkı, elimde, elimi sıkıca tutan gitmez dediğim adam! Dönüyorum arada yüzüme bakıyor ve gülüyor en içteninden. Bir şeyler söylüyor. Duyamıyorum… Sesi; tınısında kesik, kısık yada eskidi bilemiyorum. Tekrar ediyor, duymadıkça ben o daha çok bağrıyor. Bir okyanus fırtınası sonrası gel-gitleri yaşıyor bedenim.

Korna seslerine karışan, anlarımın kasırgası oluyor yine bu zaman… Gözümü açıyorum; İstanbul’un göbeğindeyim. Kesilmiş, eskiyen bir zamanın kıyısına demir atmış bekliyorum. Kanamıyor artık bedenim .Acımıyor da…

Kapatıyorum yine gözlerimi…Gülümsüyorum. Yol uzasa diyorum… Tren uzadıkça uzasa. Her vagonda bir parçamız olsa. Büyüsek… Büyütsek yine bizi… 

Mevsimler değişiyor ve ben güneye yol alıyorum. Sarıya dönük renklerime dönüyorum. Vaktimi sonbaharın kalbine giden yola doğru kilitliyorum. Üşüyorum.. Üşümem büyünün bozulacağına korkmamdan oysaki… Kulağımda çınlıyor trenden ‘’ Napoliiii’’ diye bağrılışı… Şarkı bitiyor… Açıyorum gözümü. 

 Şarkı bitiyor ama gökyüzü yine gülümsüyor yüzüme. Aklına hasret kaçan mavi sesiyle bırakıyor ıslıklarını rüzgârına…Ben mi ; Dudağımı yuvarlayıp, rüzgarın ıslığıyla çalıyorum yine mızıkamı... Damien '' Cheers'' diye en içten sesiyle eşlik ediyor zamanıma...

Her şey geçiyor;
Zaman geçtikçe ve eskidikçe büyüyor,
Ve büyüdükçe iyileşiyor yaralar... 

Duamı tekrarlıyorum: ''Her şey geçer zamanla,  hadi sen ruhunu toparla...''


Sevgiler...

JESS

2 Ağustos 2016 Salı


Aşkın Kalbi; Adam ve Kadındı...

https://www.youtube.com/watch?v=KR7HBw9QPAs


Kadının kulaklarında adamın en sevdiği şarkılar çınlıyordu... Sesindeki fısıltı ile zamanın derindeki yaralarına dokunuyor ve kaldırıyordu kabuklarını. Aklının binlerce köşesine sığdırdığı adamla kayboluyordu aldığı her darbede...

Hava soğuktu… Endişe kokuyordu rüzgar... Bir elinde kahve, bir elinde kalemle yazıyordu çokça biriktirdiği adamı. Yazdıkça kazınıyordu kuyular, yazdıkça uzaklaşıyordu zaman… Mevsim hüzünden bozma bir haldeydi. Haylazca ilerliyor ve ilerledikçe dağıtıyordu bedenini…

‘’Aslında aşk da yoktu… ‘’ dedi adam, gözlerinde beklenti kokan kadına… İrkilen kadın değil, adamın kalbiydi oysa. Baştan aşağı aşk kokan bir adam, baştan aşağı yok saymıştı kendini söylediği aforizmalarla…

‘’Aslında...’’ derken derince ve yüzyıllarca düşünmüştü belli ki cevabından kendisinin bile korktuğu ve fazlaca hissettiği bu karmaşık duyguda. Hayran bırakan dudaklarından çıkan her cümleyi bilirdi kadın oysa. 
Anlardı… 
Adam söyleyip kaçardı, kadın saatlerce düşünür ve sonrasında sayfalarca adamı yazardı. Kadın bilirdi cebinde dolu kelimeler ile geleceğini adamın. Getirdiği her kelime ile dans edip, kazırdı kalsın diye sayfalarına elindeki kağıtların. Adamda biriken milyonlarca kadın… Kadında biriken milyonlarca hasret dolu yığın… 

Adamı izledi uzaktan sessizce kadın…Elindeki kesik uçlu dolma kalemin çizdiği titrek çemberleri boyarken kaçırdı gözlerini adam. Düşündü kendi derininde… Kaleminin kestiği milyonlarca anı vardı süzülen her mürekkepte. Kadın biliyordu… Kadın bildikçe su’suyordu adama sonsuz bir kuraklık mevsiminde. Adam bakışlarını eğdiği deftere uzun süre baktı, kalemi ile yaşamlar inşa eden adam; kendine çoktan geç kalmıştı… Kadın kazdığı kuyularda derin bir nefes aldı. Bu sefer susar vaziyette, sessizce… Bilirdi… En çok sessizliği incitirdi adamı. İncinmişliğinin ardına sıraladığı sessizlikleri ile kapadı kuytularını.

Kadın gitti…
Adam başını kaldırıp seyretti,
Zaman tükendi…
Adam yeni fark etti;
Kadın, adam ve zaman aslında birdi.…

Sevgiler....